Sebil Yaylası’nın Rakımı Kaçtır? Bir Toplumsal Cinsiyet ve Sosyal Adalet Perspektifinden İnceleme
Geçenlerde, bir arkadaşımın “Sebil Yaylası’nın rakımı kaçtır?” sorusuyla karşılaştım ve bir anda düşündüm: Bu soru, sadece bir coğrafi veriyle sınırlı mı kalmalı? Yoksa bu tür coğrafi bilgiler, farklı toplumsal grupların yaşamları ve eşitsizlikleriyle nasıl ilişkilidir? Sebil Yaylası, Karadeniz Bölgesi’nin yüksek dağlarından biri olarak bilinse de, rakamın ötesinde toplumsal cinsiyet, çeşitlilik ve sosyal adalet bağlamında anlam kazanan bir hikaye taşıyor. Gelin, bu soruyu biraz daha derinlemesine, hem teorik hem de gündelik yaşamdan örneklerle inceleyelim.
Sebil Yaylası: Fiziksel Yükseklik ve Sosyal Yükseklik
Sebil Yaylası’nın rakımı 1.600 metre civarındadır. Bu fiziksel yükseklik, yaylanın dağcılık meraklıları ve doğa tutkunları için cazip bir hedef olmasını sağlar. Ancak, ben sokakta yürürken bile, etrafımdaki insanları gözlemlerken, fiziksel yükseklikle sosyal yükseklik arasındaki farkı hep düşündüm. Neden bazı gruplar dağlara tırmanabilirken, bazıları zorluklar ve engellerle karşılaşıyor? Örneğin, bir sabah metroda gördüm: Genç bir kadın, işyerine gitmek için çok erken kalkmış ve oldukça yorulmuştu. Onun yorgunluğunu, gece vardiyası çıkışında bir erkek çalışanla kıyasladığımda, toplumsal cinsiyetin iş gücündeki etkilerini fark ettim. Kadınların iş gücündeki daha fazla yük ve bu yükün kadınların hayatına etkisi, bizim yüksekliğe tırmanırken karşılaştığımız engellerle ilgili ne kadar çok şey söylüyor.
Sebil Yaylası’nın rakımı yüksek olabilir, ancak bu yükseklik, her insan için aynı şekilde ulaşılabilir değil. Bu da, sadece fiziksel bir mesafe değil, toplumsal yapılar tarafından oluşturulan engellerle ilgilidir. Kimi insanlar için bu yaylaya ulaşmak daha zor, çünkü onların sosyal ve ekonomik imkanları, örneğin bir dağ tırmanışı için gereken ekipmanları almayı ya da doğayla iç içe zaman geçirmeyi kısıtlıyor. Bu da sosyal adaletle ilgili daha derin bir soruyu gündeme getiriyor: Toplumda kimler yüksek yerlere tırmanabiliyor, kimlerse hep engellerle karşılaşıyor?
Toplumsal Cinsiyet ve Dağa Tırmanma: Fırsat Eşitsizliği
Bir sivil toplum kuruluşunda çalışırken, sürekli olarak toplumsal cinsiyet eşitsizlikleriyle karşılaşıyorum. Her gün işyerinde, sokakta ya da toplu taşıma araçlarında, bu eşitsizliklerin ne kadar görünür olduğunu gözlemliyorum. Sebil Yaylası’na çıkma meselesi de aslında bir metafor gibi geliyor. Dağcılar arasında, özellikle kadınların, doğa ile iç içe aktivitelerde daha az temsil edildiğini biliyoruz. Bu sadece fiziksel değil, zihinsel bir engel. Çünkü kadınların toplumda “güçlü” ya da “dağa tırmanmaya uygun” görülmesi, hala pek çok yerleşik norm tarafından sınırlandırılıyor.
Örneğin, geçtiğimiz yaz tatilinde, birkaç arkadaşım ile doğa yürüyüşüne çıkmayı planladık. Erkek arkadaşlarım, “Hadi şurada bir dağa çıkalım!” derken, ben içimde bazı tereddütler hissettim. Kadın olarak doğada yalnız kalmak, ya da fiziksel olarak daha zorlu bir aktiviteye katılmak, her zaman daha fazla cesaret gerektiriyor. Bir de çoğu zaman, çevremizdeki insanlar bu tür aktiviteler için kadına daha az güveniyor. Bu, sadece zihinsel bir engel değil, aynı zamanda toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklanan fiziksel bir engel de olabilir. Sebil Yaylası’na çıkabilmek, aslında herkes için eşit fırsatların var olduğu bir toplumda anlam kazanabilir.
Çeşitlilik ve Sosyal Adalet: Dağcılıkla İlgili Eşitlik
Sebil Yaylası’nın rakımına, dağcılık ve doğa aktivitelerine katılım açısından da çeşitlilik ve sosyal adalet açısından bakmak gerek. Bugünlerde, özellikle doğa yürüyüşlerine katılanlar arasında çeşitlilik arttı, fakat bu, hala sınırlı bir çevreyle sınırlı kalıyor. Eğer sosyal eşitlik ve adalet sağlayacaksa, bu tür etkinlikler, herkesin erişebileceği hale gelmeli. Dağ tırmanışı gibi etkinlikler genellikle daha az temsil edilen gruplar için bir engel olabiliyor. Örneğin, maddi imkansızlıklar, iş gücü sorumlulukları veya kültürel engeller nedeniyle bazı insanlar bu fırsatları değerlendiremiyor. Bu tür engellerin ortadan kaldırılması, bir yaylaya ulaşmanın sadece fiziksel değil, aynı zamanda toplumsal olarak da daha adil bir hale gelmesini sağlayabilir.
Bir örnek vereyim: Geçen kış, bir kadın arkadaşımın, spor salonuna gitmeye karar verdiğini duyduğumda, mutlu oldum. Ancak sonra bana, “Gerçekten gitmek istiyorum ama yalnız gitmeye cesaretim yok. Toplumsal bakış açılarından çekiniyorum” dedi. Bu düşünceler, bazen dağcılığa, bazen de günlük basit bir aktiviteye katılımı engelliyor. Sebil Yaylası’na çıkabilmek, yalnızca fiziksel değil, toplumsal ve psikolojik bariyerleri aşmakla da ilgili bir mesele.
Sonuç: Yükseklik, Hem Fiziksel Hem Sosyal
Sebil Yaylası’nın rakımını sormak, aslında toplumsal yapıyı ve çeşitliliği sorgulamakla aynı anlama gelebilir. Herkesin bu yüksekliklere ulaşması eşit şekilde mümkün mü? Hangi toplumsal gruplar daha kolay tırmanabiliyor, hangileri daha fazla engelle karşılaşıyor? Bütün bunlar, aslında daha geniş bir sosyal adalet ve eşitlik meselesinin bir parçası. Yüksek dağlar ve yaylalar, sadece fiziksel olarak ulaşılabilir değil, toplumsal olarak da herkes için erişilebilir olmalı. Toplumda herkesin, cinsiyet, etnik köken ya da ekonomik durum fark etmeksizin, bu fırsatlardan eşit şekilde yararlanması gerektiğini unutmamalıyız.